Yazan: İdil Gülnihal Yazıcı
Âdem ile Havva ilk defa Dünya’ya gönderildiğinde kendilerine sunulan yaşamla ilgili çok fazla hikâye var. Ancak hiçbiri Adem’in Havva’yı aşağılayarak bir hayat kurduklarından bahsetmiyor. Tabii Havva’nın Adem’in kaburgasından yaratılmış ikincil bir varlık olması dışında! Peki ayrım burada mı başlıyor? Ya da daha evvelinde mi? Belki de kendine güvenmeyenler tarafından kontrol edilmiş dünyalarda tekrar tekrar yazılmış hikayelerin anlatıcısından yansıyan bir acizlik durumu aslında her şey. Bilmiyorum. Bildiğim toplumsal konuların ele alınma şeklinde hep taraf tutan bir yer olması. İnsanların bir bütün olarak bile ele alındığı konularda insan tanımının nasıl yapıldığına dikkat etmek gerekiyor. Zira zengin ve asil olmayan erkeklerin de halk tanımına girmediği ve bu sebeple bahsi geçen ‘insanlardan’ sayılmadığı çok durum var. Geçmişe gidip tüm bunları okudukça bir yol gösterici aramaya başlıyorum. Çünkü erkek egemen bir tarihin içine dalarken kendimi açıklanamaz kıyılarda çaresiz görüyorum. Feminizm bile tek başına bunu açıklamaya yeterli olmuyor. Zira kadın gücü adına açılan bu savaşta çok fazla taraf ve taraftar var ve bu durum bizim aynı safta yer almamızı zorlaştırıyor. Oysa hepimiz kadınlar için olması gerekenin yapılmasını istiyoruz. Ama olması gereken ne? Henüz ortak bir cevaba sahip değiliz. Kadın hakları söz konusu olduğunda baktığım kaynaklardaki nesnellik farkı sorularımın artmasına neden oluyor her seferinde. Herkes adına ortak bir çıkış ararken Simone de Beauvoir’un İkinci Cinsiyet (Le Deuxième Sexe) adlı eserine rastlıyorum. Rastlamak kelimesi maalesef doğru. Yine de bana açtığı dünyaların sonsuzluğu için müteşekkirim.
Feminizmin temel metinlerinden İkinci Cinsiyet, feminizmin ikinci dalgasının temel taşlarından biridir ve kadınların hakları, eşitlik ve özgürlük üzerine yapılan birçok tartışmayı şekillendirmiştir. Simone de Beauvoir “Kadın doğulmaz, kadın olunur” sözü ile kadınların toplumsal rolünün belirlenen toplumsal cinsiyet tanımları üzerinden yapıldığını ifade eder. İkinci planda kalmamız sosyal ve kültürel bir inşanın sonucudur (McManus). Bu sebeple kadınlar özgürlüklerini kazanmak için mücadele halindedir. Beauvoir’un düşünceleri, Jean-Paul Sartre’ın varoluşçuluk felsefesiyle bağlantılıdır. Bireylerin kendi varlıklarını tanımlama özgürlüğüne sahip olduklarını ve bu özgürlüğün kadınlar için de geçerli olması gerektiğini savunur. Bu sebeple de kadınların çocukluk, genç kızlık, yetişkinlik ve yaşlılık dönemlerindeki deneyimlerini detaylandırır ve kadınların toplum tarafından nasıl şekillendirildiği ve sınırlandırıldığı anlatılır.
Yazının devamı Asonans 16.sayısında
Dergimizi edinmek için: https://www.shopier.com/ShowProductNew/products.php?id=29025630